Kendine Dönüş

by Erkan K.

Musashi çok fazla zamanının kalmadığını düşünüyordu. Bir an önce zihninde, yüreğinde birikenleri yazıya dökmek, geleceğe aktarmak istiyordu. Bunun için kendiyle yalnız kalmalı, sadece anılarıyla, düşünceleriyle iletişim halinde olmalıydı. Daha önce de her şeyden kaçma ihtiyacı hissettiği anlarda gittiği o yere gitmeye karar verdi.
Mağara ağzında durup geriye baktı. Etrafta hiçbir yerleşim yeri yoktu. Uzun süre burada rahatsız edilmeden kalabileceğinden emin şekilde içeri girdi.

Musashi, mağaranın loş ışığında derin bir nefes aldı. İçeride onu sükunetle karşılayan sessizlik, zihnindeki karmaşanın aksine, huzur vericiydi. Gözleri yavaşça mağaranın karanlığına alışırken, avucunda hissettiği kılıcının soğuk metaline dokundu. Bu kılıç, bir zamanlar hayatını şekillendiren güçtü. Şimdi ise onu bir kenara bırakıp bambaşka bir savaşa hazırlanıyordu: Kendi iç dünyasıyla yüzleşmeye.

Yavaş adımlarla mağaranın derinlerine doğru ilerledi. Yıllar önce de burada bir süre kalmış, bir savaşçı olarak kendini yeniden bulmuştu. Ama şimdi aradığı şey savaşla alakalı değildi; ruhunu arındırmak, zihnini netleştirmek, insanlık adına aktarabileceği bilgeliği kaleme almaktı.

Mağaranın en derin köşesine ulaştığında, yanında getirdiği basit eşyaları yere bıraktı. Küçük bir lamba, birkaç parşömen, mürekkep ve kalem. Gözlerini kapatıp dizlerinin üzerine çöktü, meditasyon pozisyonuna geçti. Zihnini boşaltması, yılların deneyimlerini, acılarını ve zaferlerini bir düzene koyması gerekiyordu. Düşünceler, bir şelale gibi akıyordu; hepsini yakalamak ve kağıda dökmek istiyordu ama önce onları anlaması lazımdı.

Bir süre sonra gözlerini açtı ve parşömene uzandı. İlk kelimeler her zaman en zoruydu. Derin bir nefes aldı ve yazmaya başladı:

“Hayatım boyunca kılıcımla yaşamı öğrendim. Kılıç, dış dünyada bir aracı olduğu kadar, iç dünyamda da bir öğretmen oldu. Fakat şimdi, bu yazılanlar bir savaşçının mirası değil, bir insanın özüdür. Çünkü insan, yalnızca silahıyla değil, aklı ve ruhuyla da kendini anlamalıdır. Savaşın en büyüğü insanın kendi içinde verdiği savaştır.”

Musashi, durdu. Kalemi havada asılı kaldı. Yazacak daha çok şey vardı, ama bu cümleler onun için derin bir başlangıçtı. Kalbindeki ağır yük biraz hafiflemişti, ama henüz yapması gereken çok şey vardı. Gözlerini kapadı ve geçmişin seslerini, savaş meydanlarının çığlıklarını, dostlarının ve düşmanlarının yüzlerini hatırladı. Hepsi birer birer gelip geçti zihninden.

Bu yalnızlık, onun yeniden doğacağı, ruhunu arındıracağı bir zaman dilimiydi.

Musashi, derin bir nefes alarak tekrar kalemi eline aldı. Hafızasındaki anılar su yüzüne çıkmaya başlamıştı; her biri, hayatının dönüm noktalarını temsil eden izlerdi. Sadece savaşları değil, öğrendiklerini, kayıplarını ve kazanımlarını da yazıya dökmeliydi. Fakat bunları sadece anlatmak yeterli değildi. Onlardan çıkarılan dersleri, yaşanmışlıkların özünü aktarmak istiyordu.

“Bir savaşçının en büyük düşmanı, kendi zaaflarıdır. Kılıç ustalığı, sadece bir bedeni eğitmek değildir. Asıl zafer, nefsine karşı kazanılandır. Kılıcınla bedenini savunabilirsin, fakat zihnini yalnızca irade ve disiplinle koruyabilirsin.”

Musashi yazmaya devam ettikçe, mağaranın içindeki sessizlik daha derin bir anlam kazandı. Bu an, geçmişle bugünün kesiştiği, zamanın dışında bir varoluştu. Aniden aklına ilk ustası geldi. O yıllarda genç ve ateşliydi, öfkeyle ve intikam arzusu ile doluydu. Ustası ona her zaman sabrı ve disiplini öğütlemişti, ama o zamanlar bu sözlerin derin anlamını tam kavrayamamıştı.

“Ustamın bana en büyük öğüdü, acele etmemem gerektiğiydi. Fakat gençlik, sabırsızdır. Oysa gerçek güç, sabırla büyür. Kılıcın ne kadar keskin olduğu değil, onu ne zaman kullanacağını bilmek daha önemlidir.”

Musashi duraksadı. İlk ustasından öğrendikleri, yıllar boyu zihninin derinliklerinde yer etmişti. Ancak o zamanlar anlamını tam kavrayamadığı bu sözler, şimdi hayatının en büyük gerçeği haline gelmişti. Hatalarını düşündü; sayısız savaşta galip gelmişti, ama ruhunu tam anlamıyla olgunlaştırmakta hep geç kalmıştı. Bu mağaraya gelmesinin nedeni de buydu. Kılıç savaşını kazanmış, ama içindeki savaşı daha yeni anlamaya başlamıştı.

“Zaferin anlamı, dış dünyada değil, insanın kendi içinde yatıyor. Benim gibi kılıç ustaları, savaş meydanında zafer kazanmayı bir son olarak gördüler. Ama şimdi biliyorum ki asıl mesele, zaferin ötesinde olanla yüzleşmektir: Kendi içindeki savaş. Kazandığın her dış zafer, iç dünyanda daha büyük bir savaşın kapısını aralar.”

Kalemi bıraktı, parşömene baktı. Bu kelimeler sadece onun değil, kendisinden sonra gelecek olanlar için de birer rehberdi. Zamanın akışı yavaşlamış gibiydi, dış dünyadan kopmuştu. Fakat bu kopuş, ona ihtiyaç duyduğu berraklığı vermişti. Her savaşçının bir son noktası vardır, ama bu son nokta bir bitiş değil, yeni bir başlangıçtı.

Mağaranın derin sessizliğinde otururken, dışarıdan hafif bir rüzgar uğultusu duydu. Bu uğultu, ona bir anlığına dünyayı hatırlattı. Fakat buradaki huzur, bu dünyadan farklıydı. O rüzgar, zihnindeki fırtınaları dindiremezdi. Musashi’nin içinde hâlâ yazılması gereken sayfalar vardı.

Kalemi tekrar eline aldı, derin bir nefes aldı ve içsel yolculuğuna devam etti. Her kelime, sadece bir savaşçının değil, bir insanın ruhunun haritasını çiziyordu.

Musashi, parşömene yeni kelimeler dökerken, zihnindeki geçmiş anılarla yeniden buluştu. Yüreğinde biriken ağır yükler, kaleminin mürekkebiyle yavaş yavaş hafifliyordu. Mağaranın karanlığında, sadece kağıt hışırtıları ve hafif bir nefes alıp verme sesi duyuluyordu. Bu sessizlik, ona düşüncelerini berraklaştırma imkanı veriyordu.

Bir süre sonra, zihni onu eski bir dostuna götürdü. Onunla dövüşmüş, birbirlerini derinlemesine anlamışlardı. O dost, ona hayatın bir başka yönünü öğretmişti; sadece kılıç ustalığı değil, insan olmanın ne anlama geldiğini. O anıyı yazıya dökmek istedi. Kalemi kağıda değdiğinde, eski bir yüz, gülümseyen bir çift göz belirdi zihninde.

“Bir savaşçı, düşmanlarını yenerek değil, dostlarını anlayarak gerçek bilgeliğe ulaşır. Oğlum gibi sevdiğim Kojiro ile verdiğimiz mücadele, bana sadece savaşın değil, dostluğun da bir savaşı olabileceğini öğretti. Onunla kılıçlarımızı çarpıştırırken, yalnızca bedenlerimiz değil, ruhlarımız da birbiriyle konuşuyordu. Bazen en büyük savaş, sevdiğin birine karşı kazanmak zorunda olduğun savaştır.”

Musashi’nin zihni, Kojiro ile yaptığı düelloya döndü. O gün, Kojiro’yu mağlup ettiğinde içinde hissettiği boşluk tarifsizdi. Kazandığı zafer, beklediği tatmini getirmemişti. O andan itibaren, zaferin her zaman bir kaybediş anlamına geldiğini kavramıştı. Bir zafer kazandığında, her zaman bir şeyler yitiriliyordu. Kılıcını indirdiğinde, Kojiro’nun düşüşüyle birlikte, ruhunda bir parça da onunla gitmişti.

“Kojiro, sadece bir rakip değil, bana kendimi öğreten bir aynaydı. Onu mağlup ettiğimde, aslında kendi içimde bir savaşı daha kazanmıştım. Ama bu zafer, bana içsel bir huzur getirmedi. Anladım ki her dış zafer, bir iç kayıptır. Dostumun ölümünden sonra anladım: Hayatın gerçek amacı ne zafer ne de yenilgidir, gerçek amaç, insanın kendini bulmasıdır.”

Musashi yazmaya devam ettikçe, içindeki duygular su yüzüne çıkıyordu. Bu mağarada, kağıda döktüğü her kelime, zihninde ve ruhunda açılan yeni bir kapının anahtarıydı. İçinde kalan son birkaç hesaplaşmayı da tamamlamalıydı. Geçmişte çok fazla ölüm görmüştü, kılıcıyla birçok hayat son bulmuştu. Ama bu mağarada, ölümün anlamını sorguluyordu. Hayatın geçici doğası, savaş meydanlarında hissettiği adrenalinle örtülemeyecek kadar derindi.

Bir anlığına, mağaranın karanlık köşelerine göz gezdirdi. Burada bir zamanlar başka savaşçılar da inzivaya çekilmişti. Onların izlerini hissedebiliyordu. Zihninde yankılanan soruları kaleme aldı:

“Hayat, geçici bir savaş meydanıdır. Her insan, kendi içindeki savaşı kazanmak için burada bulunur. Ama kılıç, sadece bir araçtır. Gerçek savaş, insanın iç dünyasında kazanılır. Kendinle yüzleşmek, korkularını, zaaflarını ve arzularını anlamak… İşte, gerçek zafer budur.”

Musashi, bir süre duraksadı. Kalbi daha hafif, zihni daha berraktı. Kendiyle yüzleştiği bu derin anlarda, bir savaşçının ötesine geçmeye başlamıştı. Artık kılıç ustası Miyamoto Musashi değil, hayatın anlamını arayan bir yolcu, bir filozoftu. Kılıcını bırakmış, kalemiyle yeni bir yol açmıştı.

Şimdi, yapması gereken tek şey, tüm bu düşüncelerini son bir öğütle bağlamaktı. Kağıda son cümlelerini yazdı:

“Kendinle yüzleşmeden, dünyada hiçbir zafer anlam ifade etmez. Savaşmayı öğren, ama asıl savaşın ne olduğunu daima hatırla: İnsan, en büyük düşmanını kendi içinde bulur. Bu düşmanı yenen, gerçek zaferin sahibidir.”

Kalemi bıraktı. İçinde, uzun zamandır hissetmediği bir huzur dalgası yükselmişti. Görevini tamamlamıştı. Musashi, bu mağarada yalnızca bir savaşçı değil, bilge bir insan olarak yeniden doğmuştu.

Şunları da beğenebilirsin

-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00