1
“Biraz yana kayar mısın?”
Sahibinin emri üstüne kedi miskin miskin yana kaydı. Halinden pek memnun olmadığı belli oluyordu. İhsan’ın yüzüne dik dik bakmayı bulunduğu yerden sürdürdü.
“Allah aşkına şunu yapmayı keser misin? Sana benim yerime oturmamanı kaç kez söyledim. Sanki inadına, beni sinir etmek için böyle davranıyorsun. Bazen gerçekten ne yapmak istediğini anlamıyorum.” İhsan derin bir nefes alıp konuşmasına devam etti. “Bana söyler misin, ne kadar süredir birlikteyiz? Bunca zaman, sana ne vakit bir yanlışlık yapmışım bir söyler misin? Ben her davranışımda ‘acaba seni incitir miyim, üzer miyim’ diye kılı kırk yararak düşünüyor, öyle hareket ediyorum; oysa sen kendi bildiğini okuyorsun. İnan senin yerine bir hamamböceğini evime alsaydım senden daha saygılı, efendi biri haline gelirdi.”
Kedi Pisi açlıktan birkaç kez miyavladı. İhsan’ın, konuşmasını bitirip ona yiyecek bir şeyler vermesinin hayli vakit alacağını anlamış uyumaya karar vermişti.
İhsan konuşmasını aralıksız sürdürüyordu. “Bazen o ilk günlerimizi ne çok özlüyorum bir bilsen. Avuçlarımın içine bir kuş gibi sığınır ne de güzel mırnardın. Sesin bile şimdi bi garip, şımardın mı yoksa sen.” Gözucuyla kediye bakınca Pisi’nin uyumuş olduğunu gördü. İçinde bir sevgi kıvılcımı uyandı. Tereddüt etmeden yere uzanarak kediyi tutup kucağına aldı.
“Umarım seni kırmamışımdır canım. Bazen böyle düşüncesizce ağzıma ne gelirse sıralıyorum. Ama her defasında da pişman oluyorum. Ne yapayım dayanamıyorum ki. Şuna bak şuna, nasıl da tatlı tatlı uyumaya çalıyor. Senin şimdi karnın da acıkmıştır.” Kedinin bıyıklarını çekiştirdi. Pisi acıdan mırnadı, uykusu kaçmıştı. İhsan kucağında kediyle mutfağa doğru yöneldi. Dün akşamdan tezgâhın üstüne bıraktığı bir tabak peyniri alıp yerine döndü. Peyniri gören kedi sevinçten ne yapacağını şaşırmış haldeydi.
Kapı çaldı. İhsan saate baktı. Normalde akşamın bu saatlerinde kapım çalınmaz, hayırdır, dedi içinden. Bir süre bekledi. Kapı çalınmaya devam edince kalkmak zorunda hissetti kendini. Kapıyı açınca karşısında iki küçük kız çocuğunu gördü. “Kandiliniz mübarek olsun” aynı anda konuştu kızlar.
“Teşekkür ederim çocuklar da geç olmadı mı sizin için, neden bu saate kadar beklediniz?”
“Kocalar eve gece geliyor, o yüzden amca,” dedi büyük olan.
İhsan gülümsedi, “Ama benim kocam yok, evli de değilim, şimdi ne yapacağız peki?”
Kızlar şaşkın şaşkın bakıştılar. “Tamam o zaman, kandiliniz mübarek olsun,” deyip arkalarını dönerek karşı komşunun kapısına yöneldiler.
Yatağa uzanan ihsan olanları düşünüyordu. Bir ara neden kocası olmadığını ya da neden koca olamadığını geçirdi aklından. Ama bu düşüncenin hiçbir yere varmayacağını anladığında düşünmekten vazgeçti. Kedisi Pisi gibi uyuyabilseydi, belki birkaç rüya görüp mutlu olabilirdi. Ama bir süredir uykusuzluk çekiyordu. Karanlık, şehre yürüdüğünde İhsan’ın ruhunda da bir şeyler oluyor, daralıyordu. Uykuyu unutan gözkapaklarını araladığında duvarda yürüyen hamamböceğini gördü. “Hoş geldin derdim sana ama türünüzden nedense hoşlanmıyorum. Sizde bir vıcıklık hali var. Üstelik kanınız bile kırmızı değil. Şu kedi gibi biraz tüylü olsaydınız sevimli olma ihtimaliniz olabilirdi. Ama şansınıza küsün sizi sevemiyorum. Konuşma biçimimi bile değiştirme potansiyelinize sahipsiniz, üstelik kanınız kırmızı bile değil, ama sevmiyorum sizi.” Gözkapakları hamamböceğine konuşma yaparken kapandı.
Uyuyormuş gibiydi. Rüya gördüğünü düşünüyor, gözlerini oynatıyordu. Uyuyan adam rolüne yeterince inanabilirse başarabilirmiş gibi devam etti. Kedileri ve çocukları geçirdi zihninden. Kedisine kandil harçlığı verdiğini gördü. Peynir şeklinde paraları afiyetle yedi Pisi. Çocukları duvarlarda yürürken gördü. Birinin üstüne bastığında beyaz bir sıvı çıktı. Küfretti. Kanlarının beyaz olmasına sinirlenmişti. Kâbus görürcesine sıçradı yatağından. Duvarda yürüyen hamamböceğini eliyle ezdi. Rahatlayacağını düşünmesine rağmen ezilenin böcek değil de kendi içi olduğunu hissetti. Böceğe bulanan elini duvara sürdü. Derin bir nefes alarak televizyonu açtı. Televizyonun gürültüsünü istiyordu sadece. Kedinin mırıldaması, böceğin, aklına kazınan adımlarının çıkardığı sesi şu anda ancak televizyon bastırabilirdi. Gözlerini yumdu.
Televizyonda tekrar tekrar yankılanan haber, sonunda dikkatini çektiğinde içinden bu haberi hiç duymamış olmayı diledi. Televizyonu kapattı. Yayı çıkmış çekyata yavaşça uzandı. Düşünmemeye çalışmasına karşın bunu başarmasının artık mümkün olmadığını biliyordu. Bir kere ok yayından kurtulduğunda çaresiz yoluna devam ediyordu.
“Ölmemeliydi,” dedi mırıldanarak.
“Ama çok yaşlıydı,” diyen bir ses fısıltı halinde kulağına geldi.
Hiçbir korku duymamasına şaşırdı. Karşı koltukta yüzünü göremediği biri oturuyordu. Refleks olarak ayağa kalktı, sonra oturdu. “Yaşlanmak, ölmek için bir neden midir? Ne saçmalıyorsun?”
“Eğer yorulmuşsan yaşlanmışsın demektir. Kaç yaşında olduğunun bir önemi yok. O da artık köşesine çekilmiş ölümü bekliyordu. Ölmek bir istek işidir, bunu unutma.”
“Senin yüzün bile yok, nasıl bu denli bilgiççe konuşuyorsun. Nesin sen? Hastalandım mı yoksa? Delirmek istemiyorum ben.”
“Merak etme delirmedin. İnsanların, benim varlığımın temeline akıllarını kaçırmalarını koymaları komik geliyor bana. Hâlbuki gördüğün gibi gayet akıllıca konuşuyorum.”
“Ben anlayamıyorum.”
“Sorun da bu zaten; siz her şeyi bildiğinizi, anladığınızı sanarak kendi açtığınız tuzağa tekrar tekrar düşüyorsunuz. Hiçbir şeyi, anlamak ya da anlamamak gereğinin olmadığını anlamanız yeterli. Sizin aklınız deliliğiniz. Yazık”
“Üşüyorum. Yağmur başlamış.”
“Günlerdir hiç durmadı ki”
“Sabah hava güneşliydi. Bilmiyorum.”
“Günlerdir yağmur hiç dinmedi. Toprağın kokusunu aldığım an beni çağıran bir ses duyarım ve sesin peşine düşerim.”
“Sen Azrail misin, beni almaya mı geldin?”
“Almak mı? Siz insanlar hâlâ bir şeylere sahip olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Yalnızca titreşmeyen bir ses olduğunuzu bilseniz ne kadar rahat edeceksiniz. Bu konuşmaları tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyorum bende uzun zamandır. Bugüne kadar benim konuşma gereksinimi duymayacağım birini aradım.”
“Sus o halde, seni konuşmaya zorlayan kimse yok.”
“Yanılıyorsun. Benim varoluşum sizin yanılgınız yüzünden. Beni buna siz zorluyorsunuz. Bir gün saçmalamayı kestiğiniz de bende susacağım.”
“saçmalıyorsun”
Adam olduğu yere tekrar uzandı. Gözlerini yumdu, kediyi, böceği ve ölen adamı geçirdi aklından. Kendine ilişkin hiçbir şey yoktu aklında. Sabah bir türlü gelmek bilmiyordu. Karanlık kapladığında dünyayı hep istenmeyen şeyler olurdu.
2
İhsan odanın ortasında yere boylu boyunca uzanmıştı. Gözleri tavandaki bir noktaya dikilmişti. Gözkapakları ağırdı, nefes alış verişi ağırdı. Sonra ansızın ayağa fırladı, odanın çevresinde dolaşırken konuşuyordu.
“Dün ne oldu biliyor musun? Gecenin ortası, uykudan fırladım. İçimde garip bir coşku hali, patlayacakmış gibiydim. Gördüğüm kâbusun etkisiyle sanırım. Beni cehenneme doğru çeken elden kendimi kurtarma arzusu duyuyordum, bunun için kelimelerin yanına diz çöküp bağışlanmayı diledim onlardan. Bunu, çektiğim ve çektirdiğim acılar yüzünden yapmalıydım. Çünkü sözcüklerle derin kesikler atmış, can yakmıştım. Benim başlatmadığım ama sorgusuzca sürdürdüğüm bu hikâyenin bir son bulması gerekiyordu. Derin bir nefes alıp zihnimi toplayacak ardından verilen solukla birlikte dile ait her şeyi kafamdan atacaktım. Özrümün bedeli sessizlik olacaktı. Ne dilim işleyecek ne de zihnim konuşmaya devam edecekti. Hiçbir zaman bu kadar kararlı olmamıştım. Bir nefes dünyamı değiştirecek, bana dokunan ne ve kim varsa onları daha huzurlu kılacaktı. İçten içe iyi ve düşünceli bir insan olduğumu düşünmeye başlamıştım. Benim susuşumla birlikte insanlar Tanrı’ya şükredeceklerdi, nihayet özlemini duydukları huzuru yakalamalarının tek karşılığı buydu; küçük bir dua ve teşekkür.
Şimdi her şeyi bitirmeliyim. O özlenen durgunluğa adım atmanın zamanı geldi. Daha önce bu kadar özgüvenli hissetmemiştim kendimi. Birazdan ben de bir şeyler yapmış olacağım. Derin bir soluk alıyorum, alıyorum, alıyorum… Tamam, bundan ilerisi yok. Aynadan kendime baktığımda böyle şişkin görünmenin bana ayrı bir cazibe kattığını fark ediyorum. Çökük avurtlarım dolmuş, gözlerim büyümüş, kafam kocaman görünüyor, dışarı taşan alnımdan sanki dehanın kıvılcımları dışa yansıyor. Biraz daha baksam kendime, ayna hasedinden çatlayacak. Zihnimden kelimelerin en güzelleri geçiyor peş peşe. Elimde kalem olsa yazmaya kalksam Shakespeare kendi yazdıklarından utanır, kendini aşağılanmış hissederdi. Lakin tek bir söz dışarı çıkmayacak. Bu işin kuralı bu. Güçle yoğrulan güneşin dışarıya hiçbir ışık vermemesi de böyle. Patlayacakmış gibi durup kendi içimdeki cevheri yalnız kendi bilmesi veyahut şu andaki benim durumum. Belki karadelik de başka bir benzetme olabilirdi.”
Durdu… Olduğu yere uzandı tekrar. Biraz önceki coşkusundan eser yoktu.
“Şimdi bir el uzansa buraya, kanımın rengine kanmadan ezse başımı, ona kendi ellerimle yardım ederdim. Başarabilirsin, korkma, derdim ona. Ben korkuyor muyum hiç. Korkuyorum belki biraz ama sana zorluk çıkarmam inan. Nefesimi tutarım, sesim çıkmaz. Hadi ne olur.”
Kedi Pisi İhsan’ın karnına oturmuştu. Kuyruğunu sallıyor, hayattan zevk alıyordu. İhsan göbeğinde oturan kediye baktı. “Seni leşçi seni, aldın kokumu değil mi? Artık günlerce beni yer durursun. ”
İhsan sonunda kendi kendine hiçbir şey yapmadan öylesine ölmeyi başardı. Bir şeyi başarmış olmanın gururu yüzünde bir gülümseme olarak kalmıştı. Kedi Pisi İhsan’ı yemeye neresinden başlayacağına karar vermeye çalışıyor, o tüylü kuyruğunu sevinçle sallamaya devam ediyordu.
Erkan K.