Bir Kez Olsun Bakmadı Aynaya

by Erkan K.

Derin bir nefes verdi.

Derin bir nefes verdi.

Işığın geçit bulamadığı vitraylı camlar ve el emeğiyle dokunmuş perdelerin varlığı nedeniyle, göğün kubbesinden yankıyan ışığıyla güneş etkisiz bir masal kahramanı olarak kalıyordu. Bu yüzden gece ve gündüz bu malikanede hep birbirine karışmış ve bunun sonucunda grinin koyu tonu mekâna egemen olmuştu. Ortamın içler yarası hali, adını söylemek istemediğimiz karakter olamayan tipe sürekli derinden nefes verdirmek zorunda bırakıyordu. Sanki bu oksijen kıtı havayı içine çekse ölecekti.

Pencereler ağızlarını sımsıkı kenetlenmiş, dışarıyla içerisi arasında bir yol bulamayan hava, malikanenin duvarlarına çarpıp havasını alıyordu. Bu durumda bizim eksik adam kendi dışkısıyla beslenen hayvanlar gibi, hâlâ yaşayan oksijen moleküllerini emerek öldürüyordu.

Neredeyse bir ömür geçmişçesine mıhlandığı masa başından, ağır bir ağıt gibi yavaş yavaş ayrıldı. Bir süre önce aptal aptal hakinin hakiki manası üzerine ağustos böceğine dahi faydası olamayacak söylevlerde bulunurken adamın yüzündeki ifade şimdikine pek benzemiyordu. Zaman zaman içine dalıp gittiği resmin karşısındaydı, dünyadan elini eteğini çeken ermişler gibi  dünyayla hiçbir ilgisi olmayan bir biçimde resmi delip geçiyordu bakışları. Şimdi, zamanın uzağında ve düzenin hükmünün geçmediği olmayan bir yerde olgunlaşmaya diretiyor, uçurumun kıyısından uçmaya adım atıyor gibiydi. Daha önceki yüzleşmelerinde elini çenesinin altına dayayıp, lisanındaki tüm sözcükleri ardı sıra dışarıya döken adam bu adam değildi sanki. En azından elleri boşlukta salınıyor ve çenesi kilit altında kalmışçasına deviniyordu. Onunda ötesinde hiç rüzgarsız bir havada söğüt ağacının yaprakları gibi kımıltısız, bir yolcu gibi bekliyordu. Burada değildi, gövdesinin saplanıp kaldığı bu kara delikten o, zihniyle, ruhuyla başka bir boyuta geçip gitmişti ve imkansızlığın soğuk yüzü kendini göstermeye tekrar başladığı için, etinin mekanına ruhunu tekrar getirdi.

 

II.

Çevresinde kocaman bir kara sinek uçuşmaktaydı. Arada bir kartal gibi süzülerek kahramanımızın vücuduna sortiler yapıyordu. Sineklerin vızıltısından ve yalnızca kaşıntı yaratan dokunuşlarından nefret eden adam sineklerden sorumlu hizmetçisini sesinin avazıyla yanına çağırdı. Uzun bir zamandır böyle bir durumla karşılaşmadığını ve daha dikkatli olunması gerektiği konusunda kısa bir nutuk çektikten sonra yorularak köşesine çekildi.

Hizmetçi, elinde sinekliği ile usta bir avcı gibi sineğin peşine düştü, birden duruyor göremediği böceğin sesini duymaya çalışıyor, derken hızla ileri doğru atılarak kılıcını sallarcasına savuruyordu sinekliğini. Bu ellili yaşlarda ve 25 yıldır bu görevi yapan bir adamdı. Sürekli görevin başında olması icap ettiği için karşı cinsle herhangi bir münasebeti olamamış, dolayısıyla evlenememişti.

Bizim kahramanımıza gelince daldığı düşler aleminden onu kopardığı için hem sineğe hem de hizmetçisine kızıyordu. Uzun müddet içinden küfürler savurduktan sonra artık bir başka şeyle ilgilenmesinin daha yararlı olacağı kanaatine vardı. “olmak ya da olmamak işte bütün sorun bu” diye pes akorttan haykırdı. Kendi sesini duymanın ve yaşlı adamın gözlerinde uyanan korkunun gücüyle “varım” dedi kendi kendine.

Korkmuş gözleriyle hiç kımıldamayan yaşlı adam öylece anlamsız anlamsız durdu, durdu, durdu… sinekler kanatlarını dinlendirmek için onun göz kapaklarına kapaklandılar. Derken etrafı kaplayan ceset kokusuyla beraber haşerenin külliyatında bol bir artış peyda oldu. Yerde yatan adam böceklerden görünmüyordu.

Ortada bütün böcekleri toplayan biri olunca diğeri pek bir mesut olur ya, şimdi de bizim olmak veya olmamakta karar kılan adamımız durduğu yerde mızmızlanmaya başlamıştı. Sesinin anlamsızlığından, canının sıkıldığını o saf dehasıyla hemencecik kavradı. Sıkılınca ne yapması gerektiğini hatırladı. Yan tarafta duran barok sehpadan gotik bir puro aldı. Ucunu keskin dişleriyle parçaladı. Altın kaplama prometeus markalı çakmağıyla can sıkıntısının dermanı puroyu yaktı. Dumanını avurtlarında toplayıp bekledi. Bu kadarı yetmiş olacak ki eylemini dışarıya üfleme ile sonlandırdı.

İçinde baş edilmez bir doğrulma isteği uyandı. Şimdi birden bire kalkmak ve hemen oturmak istiyordu yerine. Tüm düşüncesini bu aşkın eyleme odaklanmaya çalıştı. Ancak hiçbir zaman ilk denemeleri başarıya ulaşmamıştı, nitekim üfleyip püfleyerek yeniden ve yeniden azimle devam etti. Nefesini içinden sayıp konsantrasyonunu tamamladı nihayet. Şimdi bir Zen Budisti gibi yapacağı işe tüm benliğiyle katılabilirdi. Derken gözlerini açtı, saate baktı. Sırtını koltuğa daha bir sıkı yaslayıp uykunun rahat kollarına doğru hamle yaptı.

 

 

III.

Saat öğlen on ikiyi çaldığında adam ağır bir kağnı gibi yavaş yavaş yatağın sağından doğruldu ayağa. Kırmızı püsküllerle kaplanmış, süslü terliğini ayaklarına geçirmesinin ardından kocaman kafasını bir sağa bir sola doğru çevirdi. Burun delikleri genişledi, ağır ağır derinden bir nefes çekti göğsüne.

Odasının en kuytu yerinde duran masasının başına doğru ilerledi. Eski zamanlardan kalmışa benzeyen tüy ve hokka masanın sol yanında, yaprakları sararmış bir defter de tam ortada duruyordu. Defterin üzerinde kocaman kapkara bir sinek bulunuyordu. Hiç hareketsiz, uyur gibiydi. Elini uzatsan kaçmayacaktı.

Adam büyük bir hışımla ayağındaki terliği kaptığı gibi defterin üzerindeki böceğe saldırdı. Terlik masa üstünde duran mürekkebi devirdi. Defter ve masa siyah mürekkebe bulandı. Defterin açık olan sayfasında yalnızca bir cümle kendini belli ediyordu.

Adamın gözleri bu sözcüklere ilişti, göğsünün ortasında ani bir kasılma hissetti. Yüzü mosmor kesilmişti. Sanki gözüne ilişen o “bitsin artık, bitsin silinsin bu yazgı” cümlesi gerçekleşiyordu.

Uzak köşede bir ayna parladı. Sinek muzaffer bir edayla adamın yüzünde raks etti. Ve duyulan aynı şarkının iki yüzüydü.

 

Erkan K.

Şunları da beğenebilirsin

-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00