Bir Samurayın Uzun Yürüyüşü

by Erkan K.

Samuray efendisi ölüp de bir ronine dönüştüğünden beri başı boş şekilde kentten kente dolaşıyordu. Karnını doyurabileceği kadar para kazanmak için gözlerini dört açmış şekilde çarşı pazar geziyordu. Bazen ağırlıkları taşımakta zorlanan bir ihtiyara yardım edip onun yerine yükleri taşıyor, bazen bir evin önünü süpürüyor, çoğu zaman da pirinç tarlalarındaki hasada yardım edip ekmek parasını çıkartıyordu. Yine böyle bir gün güneşten korunmak için bir çatının altında dinlenirken yanına bir adam yaklaşıp, “demek bir samuraysın ha.”
“Evet de ne istiyorsun.”
“Anlaşılan efendisiz kalmışsın. Eğer iyi yazabiliyorsan sana göre bir işim var.”
“Hmm… Elbette iyi yazabiliyorum. Samuraylık yalnızca kılıç sallamakla olmuyor, kalem sallamayı da iyi bilmek gerekir. Neredeymiş bu iş.”
“Takip et bakalım beni samuray…”
Samuray, tereddütsüz adamın peşine takıldı. Yorgunluğu ve açlığı, belirsiz bir umudun peşinden sürüklenmesine engel olmuyordu. Çarşıdan ayrılıp dar, taş döşeli sokaklardan geçtiler. Evlerin arasında kaybolan patikada yürürken, adam konuşmaya başladı.

“Adım Haruto. Büyük bir ailenin hizmetindeyim. Beyimiz, babasından miras kalan geniş toprakları yönetiyor, ancak bir sorun var. Beyimiz hasta. Uzun zamandır yatağa bağlı ve ailesi onun yerine işleri devralmak için hazırlık yapıyor.”

Samuray, Haruto’yu dikkatle dinlerken çevresine göz atıyordu. Yol giderek daha tenha bir hal almıştı.

“Benim işim, beyimizin ölümünden sonra yazılacak olan anıları kaleme almak,” dedi Haruto sessizce. “Ama işler düşündüğümüzden daha çabuk gelişti. Beyimiz aniden fenalaştı ve ölmeden önce anılarını kaydetmemiz için çok az zaman kaldı. Güvenilir, yetenekli bir yazar arıyoruz. Hızlı ve sadık olmalısın, çünkü bu iş hem zarif bir ustalık hem de titizlik gerektirir.”

Samuray bir süre sessiz kaldı. Kılıcı kadar keskin bir zekası olduğunu düşünüyordu, ama bu görev ona bir şeyler hatırlatıyordu. Eskiden efendisiyle yaptığı uzun sohbetleri, yaşanan savaşları, kazanılan zaferleri, kaybedilen dostları. Kalemin gücü, kılıçtan farklıydı, ama bir o kadar etkiliydi.

“Bu işin tehlikeli bir yanı var mı?” diye sordu samuray.

Haruto bir an durakladı. “Her zaman bir tehlike vardır. Beyimizin vârisleri arasında gerginlik var. Onun anılarını kaydetmek, mirasla ilgili önemli ipuçları sağlayabilir ve bazıları bunu hoş karşılamayabilir. Bu yüzden acele etmeliyiz.”

Samuray, yüzünde hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Tehlikelerle yaşamaya alışkınım. Ne zaman başlamam gerekiyor?”

“Eğer hazırsan hemen başlayacağız,” dedi Haruto. “Ama önce, beyimizin odasına ulaşmalıyız. Bir günümüz ya var ya yok.”

Bu sözlerin ardından hızla yürümeye başladılar. Samuray, peşinden geldiği adamın gizlediği başka bir sır olup olmadığını düşünse de, içindeki merak ağır basıyordu.

Yüksek duvarlarla çevrili büyük bir konağın önüne geldiklerinde Haruto durdu. Kapının önünde iki muhafız bekliyordu, samurayı baştan aşağı süzerek. Haruto, sessiz bir baş hareketiyle içeriye doğru yöneldi ve samuray da peşinden kapının aralığından geçti. Konağın içi loştu, odalardan sessizlik sızıyordu. Sonunda geniş bir odanın kapısında durdular.

“Burası,” dedi Haruto alçak sesle. “Beyimiz içeride seni bekliyor.”

Kapıyı açtılar, samuray içeri adım attığında yatağa bağlı, solgun yüzlü bir adamla göz göze geldi. Oda sessizdi, sadece hastanın güçlükle aldığı nefes duyuluyordu. Beyin gözleri hafifçe açıldı ve samuraya baktı.

“Beni dinle, samuray,” diye fısıldadı hasta. “Son anılarımı yazacaksın. Bu kelimeler, gelecek nesiller için bir miras olacak… Ama aynı zamanda bu sözler, tahtım için bir savaş başlatabilir.”

Samuray sessizce diz çöküp kalemini çıkardı. Sadece bir yazıcı değil, aynı zamanda bir savaşçıydı. Hem kelimelerin, hem de kaderin ağırlığını hissediyordu.

 

Samuray, kalemini mürekkep kabına batırırken, hasta beyin zayıf sesi odayı doldurmaya başladı.

“Her şey… babamın ölümüyle başladı,” dedi bey, zorlanarak. “Onun ardından, bu topraklar bana miras kaldı, ama aynı zamanda kardeşlerimin de gözü bu topraklardaydı. Babam, ölüm döşeğinde bir vasiyet bırakmadı… ya da belki bıraktı, ama o vasiyet asla bulunamadı.”

Samuray, beyin kelimelerini dikkatle kâğıda döküyor, her detayı özenle yazıyordu. Beyin nefes alışları giderek ağırlaşıyordu, ama anılar ağır bir yük gibi zihninden dökülüyordu. Bey, bir an duraksadı, gözleri samuraya dikildi.

“Samuray… biliyor musun, bazen ölüm kadar, anılar da bir savaş çıkarır. İnsanlar gerçeklerin peşinde değil, işlerine yarayan hikayelerin peşindedir. Şimdiye kadar seni takip edenler var mıydı, yoksa seni sadece ben mi buldum?”

Samuray, bu soruyla irkildi. O an, başına gelecek olayların çok daha karmaşık olabileceğini sezdi. “Yalnız geldim,” dedi. “Ama bu şehirde kimsenin ne zaman seni izlediğini bilemezsin.”

Bey hafifçe gülümsedi. “Doğru. Kimseye güvenemezsin. Kendi aileme bile. Anlatacaklarım sadece sana ve yazacaklarınla korunacak. Ama bunu duyduktan sonra, sana kimin dost, kimin düşman olduğunu kendin bulman gerekecek.”

Beyin sesi iyice zayıflamıştı. Samuray, bir an için kalemini havada durdurdu, sözlerin ağırlığını ölçmeye çalışıyordu.

“Babamın kaybolan vasiyeti,” diye fısıldadı bey. “Vasiyetin peşinde olanlar… onun nereye sakladığını hiç öğrenemediler. Ama ben biliyorum. Ve onu bulursan… sadece bu toprakları değil, kaderini de ellerine alırsın. Şimdi dinle, sana nerede olduğunu söyleyeceğim.”

Beyin gözleri kapandı, soluğu iyice ağırlaştı. Fısıltı kadar hafif bir sesle son sözlerini söyledi. Samuray, büyük bir dikkatle yazarken, beyin ifşası onu hem meraklandırmış hem de ürkütmüştü.

“Vasiyet… kuzeydeki dağ evinde. Babamın en sevdiği sakura ağacının altında… bir taşın altında gizli. Ama dikkat et… peşinde olanlar var. Hem benim ailemden hem de dışarıdan. Oraya vardığında, yalnız olmayacaksın.”

Beyin son nefesi, son kelimelerle birlikte odada yankılandı. Bir süre sessizlik hüküm sürdü. Samuray, başını öne eğip kalemini kâğıttan kaldırdı. Bir dönem sona ermişti, ama yeni bir mücadele başlıyordu.

Haruto, odanın köşesinde sessizce bekliyordu. Beyin öldüğünü anladığında, başıyla samuraya işaret etti. “Anılar tamamlandı mı?” diye sordu alçak bir sesle.

Samuray, kâğıdı rulo yapıp kemerine iliştirdi. “Evet,” dedi. “Ama anılar sadece başlangıç. Vasiyetin yeri hakkında bir sır öğrendim. Bu sır, çok daha büyük bir savaşı başlatabilir.”

Haruto’nun gözleri kısılırken, samuray ona yaklaştı. “Beni o dağ evine götürebilecek misin?”

Haruto, bir an düşündü. “Bu iş, düşündüğümden daha tehlikeliymiş,” dedi. “Ama evet, seni oraya götürebilirim. Ancak dikkatli olmalısın. Bu vasiyetin peşinde olan başka güçler de var. Yalnızca kılıç ustalığı değil, zekânla da hayatta kalman gerekecek.”

Samuray, yavaşça ayağa kalktı. “Zaten başka bir şey beklemiyordum. Eğer bu vasiyet gerçekse, önümüzde daha uzun bir yol var.”

Haruto ile birlikte konağı terk ederlerken, samuray zihninde yeni bir plan yapmaya başlamıştı. Artık sadece kılıcıyla değil, kalemiyle de savaşacağı bir maceraya adım atıyordu. Vasiyet, kayıp bir mirastan fazlasıydı; içinde tarih, ihanet ve samurayın kaderini değiştirecek sırlar saklıydı.

Yolculuk, yeni bir savaşı başlatacaktı.

Samuray ve Haruto, geceyi sessizce kentin dışına doğru yürüyerek geçirdiler. Gittikçe seyrekleşen evlerin ve nihayetinde boş arazilerin arasından ilerlediler. Haruto, onları güvenli bir yola yönlendirdi, ama samuray her adımda daha da dikkatli oluyordu. Beyin son sözleri aklında yankılanıyordu: *”Peşinde olanlar var.”* Karanlıkta onları izleyen gözler var mıydı, bilmiyordu, ama her an tetikteydi.

“Dağ evine ne kadar sürede varırız?” diye sordu samuray, sessizliği bozarak.

“Yürüyerek iki gün,” diye yanıtladı Haruto. “Ama yollar tehlikeli olabilir. Hem vahşi doğada, hem de bu sırra erişmeye çalışan insanlar tarafından…”

“Bu kadar kolay olmayacağını biliyordum,” dedi samuray, hafif bir gülümsemeyle. “Ama bu tür yolculuklar, bir samurayın doğal halidir. Peki, beyin ailesi? Onlar bu sırdan haberdar mı?”

Haruto duraksadı, gözlerini yere dikti. “Beyin oğulları ve kızları, taht için birbirine rakip. Vasiyeti bulmaları demek, içlerinden birinin kesinlikle üstünlük sağlaması anlamına geliyor. Bu yüzden seni izleyenlerin olduğunu düşünmek hiç de uzak bir ihtimal değil. Herkes bu mirasın peşinde. Ve bu sır, sadece senin değil, herkesin kaderini değiştirebilir.”

Samuray, kaşlarını çattı. Beyin sözlerinin ardındaki tehlikeyi şimdi daha iyi anlıyordu. Bu, sadece bir vasiyeti bulma görevi değil, aynı zamanda taht için verilecek bir savaşın ilk adımıydı. Yolculuğun her aşaması, belirsizliklerle doluydu ve ona kimin dost, kimin düşman olduğunu bilmek neredeyse imkansızdı.

Sabahın ilk ışıkları dağların tepelerinden yükselmeye başladığında, yolculuklarına kısa bir mola verdiler. Samuray, kılıcını çıkarıp taş zemine oturdu. Haruto ise sessizce bir ateş yakarak, yolculuk için az miktarda yiyecek hazırlıyordu. Sessizlik, doğanın ve yolculuğun getirdiği bir rahatlık gibi görünse de samurayın zihni hiçbir an durulmuyordu. Her an tetikte, her hareketi analiz ediyordu.

Tam o sırada ormanın içinden gelen hafif bir hışırtı duyuldu. Samuray, birden bire dikkat kesildi. Gözleri ormanın karanlık kıyısına odaklanmıştı. Haruto, durumu fark edip samurayın hemen yanında sessizce doğruldu.

“Birileri bizi izliyor olabilir,” dedi Haruto fısıldayarak.

Samuray, hafif bir baş hareketiyle onayladı. “Gelmek üzereler,” dedi. Eli yavaşça kılıcının kabzasına kaydı. “Silahlı olabilirler.”

Bir an için sessizlik hakim oldu. Ormanın gölgeleri arasında beliren figürler görünmeye başladığında, samuray hiç tereddüt etmeden ayağa fırladı. Üç kişi, hızla ağaçların arasından yaklaşarak onlara doğru ilerliyordu. Yüzlerindeki kararlı ifadeler, bu yolculuğun sıradan bir karşılaşma olmadığını belli ediyordu. Samuray, kılıcını çekti ve Haruto’ya hızlıca bir göz attı.

“Dost mu düşman mı, yakında öğreneceğiz,” dedi soğukkanlı bir tavırla.

Grup iyice yaklaştığında, içlerinden biri yüksek sesle bağırdı. “Durun! Beyin emriyle geldik!”

Samuray, bir an durakladı. Kılıcı elinde hazır halde beklerken, adamlar nefes nefese önlerinde durdu. En öndeki, kirli ve yıpranmış bir zırh giymişti, fakat gözlerinde samurayınkine benzer bir savaşçı kararlılığı vardı.

“Beyin öldüğünü duyduk,” dedi adam. “Ama gitmeden önce bir emir vermiş… vasiyetin korunmasını istiyordu. Onu senin yazdığını öğrendik.”

Samuray, kaşlarını çatarak adamı süzdü. “Beyin emriyle mi geldiniz? Yoksa başkalarının mı?”

Adam samuraya baktı, gözlerinde belirsiz bir gölge vardı. “Bize güvenmek zorundasın,” dedi. “Sana yardım etmeye geldik. Vasiyetin yeri sır kalmalı. Beyin mirasını savunmak için buradayız.”

Samuray, kılıcını henüz indirmedi. Haruto ise bir adım geri çekilmiş, durumu dikkatle izliyordu. “Sana güvenmek mi?” dedi samuray, gözlerini adamdan ayırmadan. “Kimin emrinde olduğunu bilmeden güvenmem mümkün değil.”

Adam bir adım ileri attı, gözlerinde samuraya meydan okuyan bir ifade vardı. “Seçim senin,” dedi. “Ama unutma, bu yolda yalnız kalırsan peşine takılanlar sadece biz olmayacağız.”

Samuray, bir an düşündü. Adamların gerçekten yardımcı mı olacağı, yoksa başına daha büyük bir bela mı getireceği belirsizdi. Ama yolculuğun tehlikelerle dolu olduğu kesindi. Karşısındaki savaşçılar da samuray kadar kararlıydı ve onlarla şimdi savaşmak, işleri daha da karmaşık hale getirebilirdi.

Samuray, nihayet kılıcını hafifçe indirdi, ama tamamen gevşemedi. “Eğer gerçekten bey için çalışıyorsanız,” dedi soğukkanlılıkla, “bu vasiyetin güvenliğini sağlamaya yardım edersiniz. Ama eğer yalan söylüyorsanız, kılıcım yine konuşacak.”

Adam başını salladı. “Doğru olanı yaptın. Şimdi gitmeliyiz, zaman aleyhimize işliyor.”

Haruto, gözlerinde endişeyle samuraya baktı, ama samuray sessiz bir baş hareketiyle onu yatıştırdı. Adamlar, artık onlarla birlikte, tehlikeli ve belirsiz bir yolculuğa doğru adım atıyorlardı. Ama bu yolda kime güveneceklerini anlamak için çok daha fazlası gerekecekti. Vasiyetin sırları, hem gücü hem de ihaneti yanında getirecekti.

 

Samuray, yeni yol arkadaşlarıyla birlikte yürümeye devam ederken, ormanın içine doğru daha da ilerliyorlardı. Artık yalnızca Haruto’yla değil, bu gizemli adamlarla da bir bağ kurmak zorunda kalmıştı. Ancak içindeki şüphe hiçbir an eksilmiyordu. Sessizliği bozmak isteyen ilk kişi, adamların lideri oldu.

“Adım Kaito,” dedi, samuraya bakarak. “Beyin emriyle buradayım dedim, ama bu tam olarak doğru değil. Gerçekte, bu toprakların eski efendisinin, yani beyin babasının hizmetkarlarından biriyim. O vasiyetin nerede olduğunu uzun zamandır biliyorum. Beyin babası onu saklarken bizzat yanındaydım. Ama yıllardır bu sırrı korudum, çünkü doğru ellerde olmadığını biliyordum.”

Samuray, Kaito’ya dikkatle bakarak konuşmasını dinliyordu. “Beyin babasının sırlarını korumak için neden şimdi harekete geçiyorsun?” diye sordu.

Kaito, ağır bir nefes alarak devam etti. “Beyin hastalığının başladığını duyduğumda, bu vasiyetin ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu anladım. Onun oğulları, özellikle büyük oğlu, tahtı ele geçirmek için her şeyi yapabilir. Bu vasiyetin içeriği, sadece kimin tahtı alacağını değil, bu toprakların geleceğini de belirleyecek. Ve şu an bu sır, seni tehlikeye sokuyor.”

Samuray, Kaito’nun söylediklerini kafasında tartıyordu. İçindeki kuşku, Kaito’nun sakladığı başka sırlar olduğunu fısıldıyordu. “Peki, vasiyetin içeriği ne?” diye sordu nihayet. “Neden bu kadar önemli?”

Kaito, gözlerini kısarak samuraya baktı. “Vasiyet, yalnızca bir miras belgesi değil,” dedi. “Beyin babası, sadece mülkünü ve topraklarını değil, aynı zamanda ailesine dair karanlık sırları da oraya yazdı. O sırlar, tahtın geleceğini belirleyebilir… ya da bu toprakları kaosa sürükleyebilir. Eğer bu vasiyet yanlış ellere geçerse, bir iç savaş kaçınılmaz.”

Samuray, kalbinde ağır bir yük hissetti. Karşısındaki düşmanlar yalnızca para ya da toprak peşinde değildi. Bu, çok daha derin ve tehlikeli bir oyun haline gelmişti. Haruto, kenarda sessizce dinlerken, samurayın düşüncelerini gözlerinden okumaya çalışıyordu.

“Hedefimize yaklaştığımızı hissediyorum,” dedi samuray, etrafına bakarak. “Ama bu yolda kime güveneceğimi hâlâ bilmiyorum.”

Kaito, bir adım ileri çıkıp samurayın omzuna hafifçe dokundu. “Beni sınamakta haklısın,” dedi. “Ama şunu bil ki, yalnız değilsin. Bu vasiyet, sadece bir kağıt parçası değil. Bu, geçmişin sırlarını ve geleceğin kaderini taşıyor. Eğer onu bulabilirsek, bir devrimi önleyebiliriz. Ama bulamazsak, iç savaş kaçınılmaz olacak.”

Bu sözlerle samuray, içinde büyüyen kararlılığı hissetti. Ne kadar tehlikeli olursa olsun, bu görevi tamamlamalıydı. Kader onu bu noktaya getirmişti ve kılıcı kadar kalemiyle de bu savaşı kazanacaktı. Vasiyetin gücü, sadece toprakları değil, insanların yüreklerini de değiştirebilirdi.

Yürümeye devam ettiler, ormanın derinliklerinde ilerlerken sessizlik tekrar çöktü. Samuray, hem çevresini hem de adamları izliyor, her hareketi dikkatle tartıyordu. Ancak kısa süre sonra bir şey fark etti. Arkalarından gelen ayak sesleri… yalnız değillerdi.

“Durun,” diye fısıldadı samuray, grubun durmasına işaret ederek.

Haruto, hemen arkasına baktı, Kaito ve diğerleri de sessizce etrafı süzmeye başladılar. Yakındaki ağaçların arasından bir gölge hızla geçti. Samuray kılıcını çekti, diğerleri de silahlarına uzandı.

Bir an için sessizlik oldu, ardından ormanın derinliklerinden bir grup adam hızla üzerlerine saldırdı. Yüzlerinde kararlı ifadelerle, kılıçları parıldayan düşmanlar samurayın üzerine doğru koşuyordu.

Samuray, soğukkanlılıkla kılıcını savurdu. İlk saldırganın kılıcını ustalıkla savuşturup bir hamlede yere serdi. Kaito da aynı şekilde ustalıkla dövüşüyordu, ama düşman sayısı fazlaydı. Haruto, samurayın yanına gelerek kendini savunmaya çalıştı. Adamlar iyi eğitilmişti, samuray bunu hemen fark etti. Bu sıradan bir haydut çetesi değildi; belli ki vasiyetin peşinde olanlardı.

Bir süre süren şiddetli çatışmanın ardından, saldırganlar geri çekilmeye başladılar. Samuray, son saldırganı kılıcının ucuyla geri püskürttüğünde, adam yere düştü ve hızla uzaklaştı.

“Neler oluyor?” diye sordu Haruto, nefes nefese. “Kim bunlar?”

Samuray, kılıcını yavaşça kınına sokarak çevreyi kontrol etti. “Bu, vasiyetin peşinde olan ilk grup değil,” dedi. “Ama son da olmayacak.”

Kaito, kaşlarını çatmış bir şekilde yerdeki cesetlere bakıyordu. “Bu adamlar, büyük oğlun adamları olabilir,” dedi sessizce. “Onlar tahtı ele geçirmek için her şeyi yapar. Vasiyetin yeriyle ilgili bilgi sızmış olabilir.”

Samuray, dikkatlice düşündü. “O zaman vakit kaybetmeden dağ evine ulaşmalıyız,” dedi kararlılıkla. “Her an bir başka saldırıyla karşı karşıya kalabiliriz. Zaman daralıyor.”

Haruto ve Kaito başlarını sallayarak samuraya katıldılar. Artık sadece vakit değil, hayatları da tehlikedeydi. Yolculuğun en zorlu kısmı başlamak üzereydi; dağ evine vardıklarında karşılarına ne çıkacağını bilmeseler de, bir şeyden emindiler: Vasiyetin açığa çıkması, bu savaşın kaderini belirleyecekti.

Sessizce yola devam ederken, karanlık orman onları kuşatmaya devam ediyordu. Vasiyetin sırrı, tüm toprakları değiştirebilecek kadar güçlüydü, ama bu sırrı açığa çıkarmak, çok daha büyük bir savaşı başlatacaktı.

Samuray ve grubu, ormanın derinliklerinden çıkarak dağ yoluna vardıklarında, önlerindeki manzara gittikçe daha da ürkütücü hale geliyordu. Dağların zirvesine doğru uzanan dar patika, sadece fiziksel olarak değil, zihinsel olarak da zorlu bir yolculuğa işaret ediyordu. Güneş yavaşça batarken, gökyüzü kızıl bir tona bürünmüş ve dağların üzerindeki bulutlar karanlık bir örtü gibi belirmişti.

“Buradan sonrası daha tehlikeli,” dedi Kaito, gözlerini ufka dikerek. “Beyin babasının sakura ağacının bulunduğu yer, oldukça yükseklerde. Ve oraya varmadan önce birkaç geçitten geçmemiz gerekecek.”

Samuray, başını hafifçe salladı. “Tehlikeden kaçamayız,” dedi soğukkanlılıkla. “Bu noktaya kadar geldik, geri dönmek gibi bir şansımız yok.”

Haruto, omuz silkti ve sessizce samurayın arkasında yürümeye devam etti. Grup, dar patikadan yavaşça tırmanırken, çevrelerindeki doğanın sessizliği neredeyse boğucu bir hale gelmişti. Kuşlar bile susmuş gibiydi; sadece rüzgarın ağaç dallarını hafifçe salladığı duyuluyordu.

Bir süre ilerledikten sonra, patikanın ortasında durdular. Karşılarındaki manzara, geniş ve açık bir geçide açılıyordu. Ancak geçidin her iki yanında da dik kayalıklar vardı, ve herhangi bir pusu için ideal bir yer gibi görünüyordu.

“Buradan geçmek zorundayız,” dedi Kaito. “Ama dikkatli olun. Bu tür yerlerde her an bir saldırıya maruz kalabiliriz.”

Samuray, etrafına dikkatlice bakarak kılıcının kabzasına dokundu. Gözleriyle her ayrıntıyı tarıyor, bir tehdit belirtisi arıyordu. Haruto da aynı şekilde hazırlıklıydı, ama sessizlik yine ürperticiydi.

Tam geçide girdiklerinde, birdenbire kayaların arasından gelen bir ok, hızla samurayın yanından geçti. Grup hemen duraksadı ve tetikte beklemeye başladı. Yukarıdan gelen bir ses duyuldu.

“Durun! Kim olduğunuzu söyleyin, yoksa bir sonraki ok hedefini bulur.”

Samuray, yavaşça kılıcını çekti ve sesin geldiği yöne doğru seslendi. “Biz vasiyetin izindeyiz. Beyin babasının gizlediği sırları bulmaya çalışıyoruz. Buradan geçmek için bir sebebimiz var.”

Bir an için sessizlik oldu, ardından başka bir ok yere saplandı. Bu sefer çok daha yakın. Samuray, gözlerini yukarıdaki kayalıklara dikti. “Saldırmak istiyorsanız, buyurun,” dedi sakin ama meydan okuyan bir sesle. “Ama bu sır yanlış ellerde olursa, hepiniz kaybedeceksiniz.”

Kayalıkların üzerinden bir gölge belirdi. Kısa boylu, zırh giymiş bir adam. Yavaşça kayalıklardan aşağıya doğru indi. Yanında birkaç kişi daha vardı; ellerinde yaylar ve kılıçlar taşıyorlardı, ama doğrudan saldırıya geçmemişlerdi.

“Vasiyetin peşinde olan başka birçok kişi var,” dedi liderleri. “Bu sır, burada kalmalı. Bize karşı çıkarsanız, hiç düşünmeden sizi öldürürüz.”

Samuray, bir adım ileri çıktı. Gözleri kararlılıkla doluydu. “Bu sır, sadece bir ailenin değil, tüm bu toprakların geleceğini değiştirecek. Eğer gerçekten bu sırrı korumak istiyorsanız, onu yanlış ellere teslim etmeyin. Biz bu sırrı korumak için buradayız.”

Adam bir an samuraya baktı, gözlerinde kuşku ve kararlılık vardı. Sonra yavaşça elini havaya kaldırarak adamlarına işaret verdi. “Eğer doğru söylüyorsanız, yolunuza devam edin,” dedi soğuk bir sesle. “Ama sizi izliyor olacağız. Bu sır, yalnızca güvenilir ellerde olmalı.”

Samuray, adamın bakışlarını süzerek başını hafifçe eğdi. “Bu sırrın ne olduğunu anladığınızda,” dedi samuray, “bu yolculuğun ne kadar tehlikeli olduğunu daha iyi göreceksiniz.”

Grup, geçidi geçerken gerilim hala havada asılıydı. Kayalıklardaki adamlar onları gözleriyle takip ediyordu, ama saldırıya geçmediler. Yolun ilerisinde, dağ evinin bulunduğu sakura ağacına doğru uzanan patika görünmeye başlamıştı.

Haruto, derin bir nefes alarak samurayın yanına yaklaştı. “Buraya kadar geldik,” dedi hafif bir gülümsemeyle. “Ama bu yolculuk sandığımdan çok daha zorlu geçti.”

Samuray, gözlerini ilerdeki sakura ağacına dikti. “Henüz bitmedi,” dedi kararlılıkla. “Vasiyeti bulmak sadece başlangıç. Asıl savaş, ondan sonra başlayacak.”

Kaito, başıyla onaylayarak ileriye işaret etti. “Şu ilerideki dağ evi,” dedi. “Oraya varmamız uzun sürmedi, ama asıl mücadele şimdi başlıyor.”

Grup, sakura ağacına ve dağ evine doğru ilerlerken, her adımda daha da dikkatli olmaya başladı. Vasiyetin peşinde olan birçok kişi vardı ve bu yolculuğun sonu, kimse için barışçıl olmayacaktı.

 

Samuray ve grubu, nihayet dağ evinin bulunduğu sakura ağacına ulaştıklarında hava kararmak üzereydi. Ev, yılların yıpratıcı etkisine rağmen sağlam duruyordu. Ancak buranın da diğer birçok yer gibi, bir sır sakladığı kesindi. Kaito öne çıkarak sakura ağacının altına doğru yöneldi. Ağacın altında, köklerin hemen yanında taş bir plaka görünüyordu.

“İşte burası,” dedi Kaito, eliyle plakayı işaret ederek. “Beyin babası vasiyeti burada sakladı. Ama bu yalnızca bir belge değil… Bu, herkesin geçmişiyle yüzleşmesini gerektiren bir sır.”

Samuray, Kaito’nun yanında durarak taş plakayı dikkatlice inceledi. “Vasiyet gerçekten burada mı?” diye sordu.

Kaito başını salladı. “Evet,” dedi. “Ama bu sır, yalnızca gücü arayanları değil, onu korumaya çalışanları da sınayacak.”

Samuray, tereddütsüz bir hareketle plakanın altını kazmaya başladı. Kısa bir süre sonra, içi mühürlenmiş bir kutu ortaya çıktı. Kutu, sade ama ağırdı; üzerine eski yazılar kazınmıştı. Samuray kutuyu açtığında, içinde bir parşömen ve bir mektup buldu. Parşömeni dikkatle açtı ve beyin babasının eliyle yazılmış vasiyeti gördü.

Vasiyetin içeriği, samurayı ve diğerlerini bir an için şaşkına çevirdi. Beyin babası, topraklarını ve mülkünü paylaştırmaktan ziyade, ailesine dair derin bir gerçeği açıklıyordu. Beyin oğullarından birinin, aslında gerçek oğlu olmadığı ortaya çıkıyordu. Bu, tahtın meşruiyetini tamamen değiştiren bir sırrı içeriyordu. Büyük oğul, uzun zamandır tahtın varisi olarak görülmüş, gücü ve iktidarı için her türlü yola başvurmuştu. Ancak vasiyete göre, kan bağıyla bağlı olmadığı bu hanedanı yönetmeye hakkı yoktu.

“Bu gerçek ortaya çıkarsa,” dedi samuray, gözlerini vasiyetten kaldırarak, “bu topraklarda büyük bir iç savaş patlak verir.”

Kaito, ağır bir nefes aldı. “Bunu biliyordum,” dedi. “Ama vasiyetin içeriği açığa çıkmadığı sürece, bu savaş önlenebilir. Şimdi karar verme zamanı. Bu sırrı ortaya çıkaracak mıyız, yoksa onu sonsuza dek gömüp barışı mı koruyacağız?”

Samuray, derin bir sessizliğe büründü. Bu sır, bir yandan haksızlığı düzeltme, diğer yandan ise bir iç savaşı tetikleme potansiyeline sahipti. Vasiyeti açıklamak, gerçeği ortaya koymak anlamına geliyordu, ama bu gerçeğin bedeli ağır olacaktı.

Haruto ise sessizce düşünüyordu. “Beyin oğullarından biri gerçek mirasçı değil,” dedi. “Ama bu, herkesin felakete sürüklenmesi anlamına mı gelmeli?”

Samuray, vasiyetin gücünü ellerinde hissediyordu. Nihayet konuştu. “Bazı sırlar, açığa çıkmamalı. Bu vasiyet, toprakların geleceğini tehlikeye atacak. Adalet, her zaman açıklıkla sağlanmaz. Barış, bazen gerçeği gömerek korunabilir.”

Bu sözlerle, samuray vasiyeti tekrar kutuya koydu. Kutu, sakura ağacının altına geri gömüldü. O sır, toprakla birlikte bir kez daha kapandı. Gerçek, orada kalacaktı; sadece orayı bilenler arasında bir yük olarak taşınacaktı.

Kaito, hafif bir baş hareketiyle samuraya teşekkür etti. “Doğru kararı verdin,” dedi. “Bazen en büyük savaş, gerçeği saklamakla kazanılır.”

Grup, dağ evinden ayrılırken, herkes kendi içsel savaşını düşünüyordu. Samuray, kılıcını değil, kalemini kullanarak bu savaşı kazanmıştı. Vasiyetin sırrı sonsuza dek saklı kalacaktı, ama bu sır, topraklarda barışı sağlayacaktı.

Yolun sonunda, samuray gökyüzüne baktı. Sakura çiçekleri rüzgarda savrulurken, bu yolculuğun ona kazandırdığı en büyük dersi düşündü: Güç, her zaman kılıçla değil, bazen sırları gömerek kazanılır.

Şunları da beğenebilirsin

-
00:00
00:00
Update Required Flash plugin
-
00:00
00:00