Yine bir bedir vaktinde dışarı çıkmış, saatlerdir eve dönmek bilmemişti. Eşi her zamanki bedbinliğiyle kuruntulanıyor, endişe içinde, yerinde duramıyordu. Kapı çalınıp da adamın içeri alelacele alınmasının ardından kadın, kocasının bu vurdumduymaz hâli karşısında can hıraş bir şekilde ağza alınamayacak bir küfür seline başlıyordu. Adam ise küfre karşı efsunlanmışçasına sükûnetini koruyor, karısı öfkeden bitap düşüp sustuğunda iyi geceler dileyip yatağına çekiliyordu.
“Yarın yine beni evde tek başıma bırakıp gideceksin, kim bilir belki hiç dönmezsin de, öyle değil mi?”
Adam her gece tekrar eden bu durum karşısında yine aynı bilindik terennümüyle karşılık veriyordu karısına. “Pek tabii.”
Sonra sırtını dönüp anında uykunun karanlığına düşüyor, horul horul uyuyordu.
Bu biteviye durumun tek istisnasıysa ses sedanın ortadan kaybolduğu gecenin en yıldızlı saatlerinde, karıkocanın odasında vuku bulan şeydi. Apansız, evvela kırmızı ışığıyla bir çerağ yanmaya başlar, saniyen vakur bir ses tonuyla adam konuşmaya başlardı. O tatlı dil tüm uhreviyetiyle odanın dört köşesini dolanır, dinleyiciler kendilerinden geçerlerdi adeta. Coşkulu bir haletiruhiye oluşurdu. Bu dinleyiciler ervah takımındandı. Pek çoğu memata ermeden önce elleri etekleri öpülen, hürmet edilen zatlardı. Öyle ki bu kişilere ait pek çok türbe memleketin birçok yerinde ziyaret yeri olarak ayakta durmaktaydı.
Çerağın alazını sözcükleriyle parlatan adam, sözünü huşuyla bitirdiği anda kadının gözleri korkudan fal taşı gibi açılır fakat ağzından tek kelime çıkmazdı. Kasavetini ancak kocasının uyku esnasında ona sarılmasıyla atardı. Her şey o an huzura erer, uykunun ferah denizine dalınırdı. Sabah olup da karıkoca uyandıklarında, kimse gece olan biteni hatırlamaz. Adam her gün yaptığı gibi işine, kadın ise ev temizliğine başlardı.
Erkan K.